İNSANLIĞIN ANAYASASI MAKALELERİ

Adaletle hükmet, merhametle yaşa

📘 İnsanlığın Anayasası nedir?

Gazze ve İnsanlığın Vicdanı: “İnsanlığın Anayasası” Perspektifinden Bir Analitik Yorum

 Günümüzde Gazze’de yaşanan trajediler, sadece bir bölgesel çatışmanın değil, insanlığın ortak vicdanının nasıl yara aldığının en somut göstergesidir. İngiliz medyasının ortaya çıkardığı, suçlama yöneltilmeden yerin altında karanlıkta tutulan Filistinliler olayı, modern dünyanın hukuk, ahlak ve insan hakları düzeninin derin bir çöküş yaşadığını gözler önüne seriyor. Bu olay, bir halkın değil, tüm insanlığın utancıdır. Çünkü “adalet” yalnız mahkeme duvarları içinde değil, insanın kalbinde başlar — ve Gazze, bugün insan kalbinin sustuğu yerdir.

İnsanlığın Anayasası” başlığıyla sunulan metin, bu çöküşe karşı bir vicdan beyanı, bir ahlaki yeniden doğuş çağrısı niteliğindedir. Bu metin, herhangi bir ideolojiye, dine veya ulusa ait değildir; “Allah’ın koyduğu adalet, rahmet ve emaneti esas alır” diyerek insanlığın fıtratında bulunan evrensel ahlak ilkelerini hatırlatır. Gazze’de yaşananlar, bu anayasanın neredeyse her maddesinin sistematik biçimde ihlal edilmesi anlamına geliyor.


I. Adaletin Kaybolduğu Nokta: Hukukun Yerine Güç Geçtiğinde

Anayasanın “Adalet, her şeyin kalbidir; zulüm, insanlığın sonudur.” ifadesi, Gazze’deki durumu tek cümlede özetler. Filistinlilerin suçlama olmaksızın, yer altında, karanlıkta tutulması; açlık, hastalık ve işkenceye maruz bırakılması, modern hukuk sistemlerinin temel ilkesi olan “suç delille sabit olmadıkça kimse suçlu sayılamaz” prensibinin tamamen yok sayıldığını gösterir.

Burada mesele yalnızca bir devletin veya ordunun eylemi değil, uluslararası toplumun sessizliğidir. Zira adalet sadece zalimin değil, sessiz kalanların da sorumluluğundadır. “Hakkı gizleyen, zalimle aynıdır” maddesi bu durumu en yalın biçimiyle açıklar. Gazze, adaletin yerini jeopolitik çıkarların, insanlığın yerini stratejik hesapların aldığı bir dünyada, adaletsizliğin kurumsallaşmasının sembolü hâline gelmiştir.


II. Merhametin Kayboluşu: İnsan Emanetinin İhlali

“Her insan Allah’ın halifesidir; yaratılışta eşittir, sorumlulukta da kardeştir.” Bu madde, insan onurunun kaynağını tanımlar. Ancak Gazze’de insanlar, karanlıkta tutulmakla kalmıyor; açlık ve hastalıkla mücadele ederken, insan olma haklarından da mahrum bırakılıyorlar. Bu durum, insanı “Allah’ın emaneti” olarak değil, bir tehdit unsuru olarak gören zihniyetin ürünüdür.

Gazze’deki çocukların günlerce aç kalması, kadınların esir alınması, hastaların tedaviden mahrum edilmesi, “Can, mal, akıl, nesil ve din dokunulmaz emanettir.” ilkesinin hiçe sayılmasıdır. Burada yaşanan sadece savaş değil, emanetin inkârıdır. Yani insanın insana karşı işlediği en büyük ihanetlerden biridir.


III. Mazlumun Kimliği Yoktur: Evrensel Empatinin Çöküşü

Anayasanın “Mazlumun dini, ırkı, cinsiyeti sorulmaz.” ifadesi, insan haklarının özünü oluşturur. Ancak Gazze örneğinde, mazlumun dini ve kimliği, dünyanın tepkisini belirleyen faktör hâline gelmiştir. Bu durum, modern uluslararası düzenin “seçici vicdan” ilkesine dönüştüğünü gösterir.

Gazze’deki insanlar, “öteki” olarak kodlandıkları için değil, insan oldukları için hak ettikleri merhameti görmelidir. Fakat bugün dünya, mazlumun kimliğine göre susmayı veya konuşmayı tercih ediyor. Bu da “adalet” kavramını politik bir araç hâline getiriyor. Oysa “İnsanlığın Anayasası”na göre, adaletin dili yoktur; sadece hak vardır.


IV. Medyanın Yalan Ordusu: Hakikatin Kuşatılması

Anayasanın “Medya, gerçeği gizlerse, yalanın ordusuna katılır.” maddesi, çağımızın en yakıcı gerçeğine işaret eder. Gazze’de yaşananların bir kısmı, küresel medyada ya çarpıtılıyor ya da tamamen görünmez kılınıyor. Hakikatin üzeri stratejik dille, dezenformasyonla veya sessizlikle örtülüyor.

Bu, yalnızca bilgi manipülasyonu değil; vicdan manipülasyonudur. İnsan, bilmediği şeye değil, bilip de görmezden geldiği şeye karşı suçludur. Medya, hakikati gizleyerek insanlığın vicdan refleksini köreltir. Böylece zulüm, sadece fiilen değil, bilinç düzeyinde de normalleşir.


V. Tabiatın ve İnsanlığın Dengesini Bozan Zulüm

Anayasanın “Yeryüzü insana mülk değil, emanettir.” ilkesine göre, yeryüzündeki her canlı, insana teslim edilmiş bir sorumluluktur. Gazze’deki bombalamalarla yıkılan evler, yakılan zeytinlikler, kirletilen su kaynakları sadece bir bölgenin değil, insanlığın ortak mirasının tahribidir.

Zulüm, yalnızca insanı değil; doğayı, yaşamı, dengeyi de hedef alır. Yani Gazze, sadece bir halkın değil, yeryüzü emanetinin çiğnenişidir. İnsan, efendi değil koruyucu olmalıydı; fakat koruması gerekeni yok eden bir varlığa dönüştü.


VI. Yeniden Diriliş: Adaletin Kalbe Dönüşü

“Bu anayasa, devletlerin değil; kalplerin yasasıdır.” ifadesi, çözümün nereden başlaması gerektiğini gösteriyor. İnsanlığın yeniden dirilişi, ne Birleşmiş Milletler kararlarında ne de uluslararası hukuk metinlerinde yazılıdır. O diriliş, her insanın kalbinde adalet duygusunun yeniden doğmasıyla mümkündür.

Gazze, bir sınav alanıdır — ama bu sınav Filistinliler için değil, insanlık için verilmekte. Eğer bir toplum, çocukların açlıktan ölmesini sıradanlaştırıyorsa, o toplum artık gelişmiş değil, ruhsuz bir medeniyettir. “Adalet, Allah’ın nurudur; onu koruyan, insanlığın bekçisidir.” sözü, bugün her zamankinden daha gerçek bir çağrıdır.


Sonuç: Gazze, İnsanlığın Aynasıdır

Gazze’de yaşananlar, bir halkın trajedisi değil, insanlığın aynasıdır. O aynaya bakan herkes, ya bir zalim, ya bir seyirci, ya da bir vicdan sahibi olarak kendini görecektir. “İnsanlığın Anayasası”, bu aynaya bakarken insanı kendi kalbiyle yüzleştirir:

  • Zulüm varsa, adalet susmamalıdır.

  • Mazlum ağlıyorsa, iman orada imtihandadır.

  • Hakikat örtülüyorsa, kalem susmamalıdır.

Gazze’nin karanlığı, dünyanın vicdanına düşen bir gölgedir. O gölgeyi kaldıracak olan, tanklar değil; adaletle aydınlanan kalpler olacaktır. Çünkü sonunda galip olan ne silah ne siyaset, yalnızca hak ve merhamettir.

Ve belki de insanlık, yeniden dirilişini “İnsanlığın Anayasası”nın ilk cümlesinde bulacaktır:
“Adaletle hükmet, merhametle yaşa.”