İNSANLIĞIN ANAYASASI MAKALELERİ

Adaletle hükmet, merhametle yaşa

📘 İnsanlığın Anayasası nedir?

Adaletin Zayıfladığı Toplumda Şiddetin Yükselişi: Kocaeli Olayı ve ‘İnsanlığın Anayasası’ Üzerinden Analitik Bir Değerlendirme

 Kocaeli’de iki küçük çocukla başlayan ve yetişkinlerin linç girişimine kadar tırmanan olay, bireysel bir öfke patlamasından daha fazlasını temsil ediyor. Bu olay, yalnızca bir market basma vakası değil; bir toplumun adalete, devlete, hukuka ve birbirine duyduğu güvenin ne ölçüde aşındığını gösteren sosyolojik bir belirti niteliğinde.

Paylaştığınız “İnsanlığın Anayasası”, bu aşınmanın kök nedenlerini tam karşılayan evrensel ilkeler içeriyor. Bu ilkeler, bir toplumda adaletin, merhametin, sorumluluğun ve vicdanın nasıl işlediği üzerine ideal bir çerçeve çiziyor. Fakat olay bize bu çerçevenin gerçek hayatta ne kadar kırıldığını açık biçimde gösteriyor.

Aşağıda olay ile anayasa ilkelerini birlikte ele alarak kapsamlı bir analitik değerlendirme sunuyorum.


I. ADALETİN ÇÖKÜŞÜ VE “KENDİ ADALETİNİ SAĞLAMA” REFLEKSİ

Kocaeli’deki olayda ailenin sergilediği ilk refleks, hukuka başvurmak değil, doğrudan şiddet kullanmak oldu. Bu, bireysel öfkeyle açıklanabilecek bir durum değil; daha geniş bir toplumsal güven krizinin dışavurumudur.

İnsanlığın Anayasası’ndaki ilgili maddeler:

  • “Adalet, her şeyin kalbidir; zulüm, insanlığın sonudur.”

  • “Her suç delille sabit olmadıkça kimse suçlu sayılamaz.”

  • “Hukuk güçlüye değil, haklıya taraf olur.”

Bu maddeler, adaletin toplumsal huzurun temeli olduğunu vurguluyor.
Ancak olayda:

  • Delil dikkate alınmadı,

  • Hukuki süreç beklenmedi,

  • Olayın gerçekliği araştırılmadı,

  • “Haklıyım” iddiası, “şiddet uygulama hakkı” gibi görüldü.

Bu, adalet mekanizmasının toplum gözünde etkisizleştiğinin işaretidir.

Bir toplumda insanlar devlete güvenmediğinde, devlet içinde yeni devletler kurulur:
Her aile kendi mahkemesi, her sokak kendi infaz gücü olur.


II. TOPLUMSAL VİCDAN MEKANİZMALARININ ZAYIFLAMASI

Manifesto, ahlakın ve vicdanın toplumsal düzen içindeki rolünü sık sık vurgular:

  • “Ahlak kanunla değil, vicdanla başlar.”

  • “Affetmek, adaletin en yüce hâlidir.”

  • “Tevazu, gerçek büyüklüktür.”

Oysa market baskını olayı, vicdanın yerini ilkel dürtülerin aldığını gösteriyor.
İnsanlar artık:

  • Sabır yerine öfkeyi,

  • Araştırma yerine peşin hükmü,

  • Sakinlik yerine intikamı,

  • Vicdan yerine “bizden olanın tarafı” olmayı

tercih ediyor.

Bu, yalnızca bireysel bir ahlaki zaaf değil; toplumsal bir çürümenin belirtisidir.


III. “EMANET” BİLİNCİNİN KAYBOLUŞU: ÇOCUK DA, ÇALIŞAN DA KORUNAMADI

Anayasanın en dikkat çekici temalarından biri emanet kavramıdır:

  • “Her doğan çocuk onurludur.”

  • “Çocuk ümmete emanettir.”

  • “İnsan onuru dokunulmazdır.”

Fakat olayda:

  • Çocuk yanlış yönlendirdi,

  • Aile çocuğun yalanını sorgulamadı,

  • Çalışanlar korunmadı,

  • Toplum olayı durdurmak yerine izledi.

Yani hem çocuk hem çalışan “emanet” bilincinin dışında kaldı.

Bu, sosyal güven ve toplumsal sorumluluk duygusunun çöküşü anlamına gelir.


IV. GÜÇ VE ŞİDDETİN LİDERLİK YERİNE GEÇMESİ

“İnsanlığın Anayasası” şu ilkeyi koyuyor:

  • “Güç, zulmetmek için değil; mazlumu korumak içindir.”

Bugün toplumda tam tersi bir algı var:

  • Güçlü olmak = haklı olmak

  • Kalabalık olmak = üstün olmak

  • Şiddet kullanmak = sözünü geçirebilmek

Bu zihniyet, özellikle sosyal medyada büyüyor:
“Kim daha fazla bağırıyorsa, o haklıdır.”
“Kim daha hızlı saldırıyorsa, o güçlüdür.”

Bu zihinsel dönüşüm sürdükçe, hiçbir yasa, hiçbir polis gücü toplumdaki şiddeti tamamen durduramaz.


V. HUKUKİ MEKANİZMALARIN YAVAŞLIĞI VE GÜVEN EROZYONU

Toplumların şiddete yönelmesinin temel sebeplerinden biri de hukuk sisteminin:

  • yavaş işlemesi,

  • şeffaf olmaması,

  • caydırıcı olmaması,

  • adil olduğuna dair bir inanç üretememesi,

  • mağdurun hakkını zamanında teslim edememesi.

Bu durum, anayasanın şu maddesiyle çelişir:

  • “Ceza intikam değil, ıslah içindir.”

Oysa toplum cezanın:

  • ya hiç uygulanmadığını,

  • ya da çok hafif kaldığını düşünüyorsa,

intikam düşüncesi güç kazanır ve “cezayı ben veririm” kültürü ortaya çıkar.

Bu, modern toplumun en tehlikeli kırılma noktasıdır.


VI. OLAYIN BÜYÜMESİNDE PSİKOLOJİK ETKENLER

1. Grup psikolojisi

Bir aile bireyinin çağrısı, diğerlerini “kolektif öfkeye” sürükledi.
Toplu öfke, bireysel ahlakı geçersiz kılar.

2. Koruma içgüdüsü

Aile, çocuğun iddiasını sorgulamadan “savunma refleksi” gösterdi.
Oysa anayasa ders veriyor:
“Her suç delille sabit olmadıkça kimse suçlu sayılamaz.”

3. Sosyal medya etkisi

Böyle olaylarda sosyal medya anlık bir yangın gibi öfkeyi büyütür.
Manifestodaki şu madde anlamlıdır:
“İletişim birliği artırmalı; fitneyi değil.”


VII. ÇIKIŞ YOLU: TOPLUMSAL KALP YASASININ YENİDEN İNŞASI

“İnsanlığın Anayasası”, bir devlet yasası olmaktan çok, bir vicdan yasasıdır.
Bu yasaya göre bir toplum ancak şu koşullarda huzura kavuşur:

  • Adalet hızlı ve şeffaf işler.

  • İnsanlar birbirine güven duyar.

  • Şiddet toplumda meşruiyet kaybetmiş olur.

  • Vicdan, öfkenin üzerine yerleştirilir.

  • Ebeveynler çocuklarına hem doğruluğu hem empatiyi öğretir.

  • Güçlü olan, güçsüzü korumayı görev bilir.

  • Emanet bilinci bireysel değil toplumsal bir şuur halini alır.

Yani çözüm; daha fazla polis değil, daha fazla adalet.
Daha fazla ceza değil, daha fazla vicdan.
Daha fazla korku değil, daha fazla güven.


SONUÇ: OLAY, ANAYASANIN NEDEN GEREKLİ OLDUĞUNUN BİR KANITIDIR

Kocaeli’de yaşanan olay, “İnsanlığın Anayasası”nın neden ihtiyaç duyulduğunu çarpıcı biçimde gösteriyor:

  • Adalet duygusu zayıfladığında, öfke kanun olur.

  • Vicdan sustuğunda, şiddet konuşur.

  • Emanet bilinci kaybolduğunda, çocuk da yetişkin de korunamaz.

  • Toplumun kalbi daraldığında, en küçük kıvılcım büyük yangın çıkarır.

Bu anayasa, ideal bir hayal değil; bir toplumun düşmemesi gereken uçurumu tarif ediyor.
Ve bugün yaşanan olaylar bize gösteriyor ki:

Adaletin, merhametin ve vicdanın yeniden inşası, artık bir tercih değil; bir zorunluluktur.