Türkiye kamuoyunda büyük yankı uyandıran ve Millî İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) hazırladığı rapora dayandırılan iddialar, devlet kurumlarına sızmak, kritik verileri yabancı istihbarat servislerine aktarmak ve bir “casusluk ağı” kurmak girişimiyle ilgilidir. İddialara göre, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin “İstanbul Senin” uygulaması, bu sızma faaliyetinin bir deneme zemini olarak kullanılmış, hedef TÜBİTAK, BİLGEM ve ASELSAN gibi stratejik kurumlar olmuştur.
Bu iddialar, teknik ve hukuki düzlemin ötesinde, ahlaki ve vicdani bir değerlendirme gerektirir. Çünkü burada mesele yalnızca bir “siber saldırı” ya da “casusluk suçu” değil, emanete ihanet, güvene zarar ve insanlığın ortak ahlaki yasasının çiğnenmesi meselesidir.
Bu nedenle olayı “İnsanlığın Anayasası” çerçevesinden analiz etmek, modern çağın teknolojiyle iç içe geçmiş ahlaki krizini anlamak açısından önemlidir.
1. Emanet Bilinci ve İhanetin Ahlaki Boyutu
“İnsanlığın Anayasası” şu sözle başlar:
“Her insan Allah’ın halifesidir; yaratılışta eşittir, sorumlulukta da kardeştir.”
Devletin, milletin ve kurumların güvenliği insana verilmiş bir emanettir. Bilgi, modern çağda en stratejik emanetlerden biridir. Bir ülkenin veri sistemlerine, iletişim ağlarına, savunma altyapısına sızma girişimi, yalnızca teknik bir suç değil, ahlaki bir ihanet olarak değerlendirilmelidir.
Anayasanın şu maddesi bu bağlamda doğrudan anlam taşır:
“Kamu görevi emanettir; ihanet eden, halka değil Allah’a hesap verir.”
Eğer iddialar doğruysa, devletin veri altyapısına sızma ve bu bilgileri yabancı güçlere aktarma girişimi, sadece devlete değil, topluma, hatta insanlığa karşı işlenmiş bir ihanet fiilidir. Çünkü bilgi çağında bir ulusun verisini ele geçirmek, onun egemenliğini elinden almak anlamına gelir. Bu, “emanete ihanetin” en modern biçimidir.
2. Adalet, Güç ve Sorumluluk Dengesi
“İnsanlığın Anayasası” der ki:
“Adalet, her şeyin kalbidir; zulüm, insanlığın sonudur.”
Teknoloji ve güç, adaletle kullanılmadığında zulüm aracına dönüşür.
Eğer bu casusluk ağı gerçekten “veriyle egemenlik kurma” niyetindeyse, amaç sadece bilgi toplamak değil, insanları, kurumları ve hatta devletleri kontrol altına almak demektir.
Bu durum, “adalet” ilkesinin zıddı olan manipülasyon, tahakküm ve sömürü düzenini doğurur.
Bilginin ve teknolojinin adaletin değil, çıkarın hizmetine girmesi; insanlık tarihinin her döneminde zulmün başlangıcı olmuştur.
Bu nedenle “İnsanlığın Anayasası” teknolojiye dair şu uyarıyı yapar:
“Teknoloji, insana hizmet ettiği sürece nimettir. Yapay zekâ, adaletin dışına çıkarsa fitneye dönüşür.”
Bu olay, teknolojinin insani değerlerle bağını kopardığında nasıl bir “fitne”ye dönüşebileceğinin somut bir örneğidir.
3. Bilgi Emaneti: Kriptoloji, Veri ve Vicdan
“İnsanlığın Anayasası” bilginin doğasını şöyle tanımlar:
“Bilgi, Allah’ın nurudur; gizlenemez.”
Ancak bu “nur”, ancak adalet ve vicdanla kullanıldığında aydınlatıcı olur. Bilgiyi manipülasyon, casusluk ya da çıkar amacıyla kullanmak, o nuru karartmak, yani hakikati örtmektir.
BİLGEM, TÜBİTAK ve ASELSAN gibi kurumlar, bir ülkenin bilimsel vicdanını temsil eder.
Bu kurumların içine gizli cihazlar, truva yazılımları veya dışa veri akışı sağlayan sistemler yerleştirmek, bilginin kutsallığına saldırı anlamına gelir.
Bu eylem, sadece milli güvenliğe değil, bilimsel ahlaka da ihanettir.
Çünkü bu tür faaliyetlerin arkasında “bilgiyi yönetmek” değil, “bilgiyle insanı yönetmek” amacı yatar.
Bu ise “bilimin hakikat arayışı” ilkesini yozlaştırır.
Anayasanın şu cümlesi burada bir vicdan aynasıdır:
“Bilim, doğayı fethetmek için değil; anlamak içindir.”
Bu olayda bilgi, anlamak için değil, egemenlik kurmak için kullanılmak istenmiştir.
4. Devlet, Güvenlik ve Vicdanın Dengesi
Anayasanın “Devlet ve Yönetim” başlıklı bölümünde şu ifade geçer:
“Yönetim, Allah’a ve halka karşı emanettir.”
“Lider, efendi değil; hizmetkârdır.”
Eğer iddialar doğruysa, Türkiye’nin güvenlik kurumları zamanında müdahale ederek ulusal egemenliği korumuştur.
Ancak burada da ayrı bir ahlaki sınav vardır: Gücü korurken adaleti unutmamak.
Zira güvenlik kavramı, eğer şeffaflık ve hukukla dengelenmezse, kendi içinde baskı üretir.
Bu nedenle “İnsanlığın Anayasası” yönetimlere şu uyarıyı yapar:
“Devlet, dini değil; adaleti korur.”
Dolayısıyla güvenlik operasyonları yapılırken, olayın siyasi değil, ahlaki ve hukuki zeminde ele alınması gerekir.
Gerçek adalet, hem hainliği cezalandırır hem de suçsuzu korur.
Vicdan terazisi bozulmadan güvenliği sağlamak, “emanet bilincinin” olgunlaşmış hâlidir.
5. Ulusal Egemenlik ve Evrensel İnsanlık Değeri
Anayasanın temel ilkesi şudur:
“İnsanlık tek bir ümmettir; ayrılık kibirden doğar.”
Bu olayda, eğer bir grup kendi menfaati veya ideolojik aidiyeti için bir ulusun verisini dış güçlere aktarma niyetindeyse, bu sadece bir ülkeye değil, insanlığın birliğine de ihanettir.
Çünkü her ülkenin egemenliği, insanlığın ortak barış dengesinin parçasıdır.
Bir ülkenin mahrem verisini çalmak, bir diğerini zayıflatmak, “insanlığın kardeşlik dengesine” zarar verir.
Küresel anlamda “dijital sömürgecilik” artık silahla değil, verilerle yapılmaktadır.
Bir ülkenin vatandaş bilgilerini, iletişim ağlarını veya savunma sistemlerini kontrol etmek; o ülkenin özgür iradesini zincirlemektir.
Anayasa bu konuda der ki:
“Hiçbir insan bir diğerine kul olamaz.”
Dijital çağda “kul olma” durumu, fiziksel değil; veri bağımlılığı ve bilişim denetimi üzerinden gerçekleşir.
Dolayısıyla bu olay, insanlığın yeni sınavını temsil eder:
“Bilgi özgürleştirici mi olacak, yoksa köleleştirici mi?”
6. Ahlaki ve Ruhsal Boyut: Niyetin Temizliği
“İnsanlığın Anayasası”nın dokuzuncu bölümü “Ahlak ve Ruh” başlığını taşır.
Burada şu ilke öne çıkar:
“Niyet, amelin ruhudur.”
Bir teknolojik proje, şehir uygulaması veya dijital sistem görünüşte topluma hizmet ediyor olabilir. Ancak niyet yozlaşmışsa, o hizmet bir fitne aracına dönüşür.
Eğer “İstanbul Senin” uygulaması gerçekten deneme mekanizması olarak kötüye kullanılmışsa, bu durum niyetin kirliliğini gösterir.
Çünkü kamuya açık bir sistemin arkasına gizli bir niyet yerleştirmek, hem şeffaflık ilkesine hem de vicdan hukukuna aykırıdır.
Anayasanın “Yalan, insanlığın kanseridir.” uyarısı tam da bu tür durumları kapsar.
Yalan, sadece söylenen sözde değil; saklanan niyette de bulunur.
7. İnsanlık, Güven ve Geleceğe Dair Sorumluluk
“İnsanlığın Geleceği” başlıklı bölümde şu öğüt yer alır:
“İnsanlık, birlikte yükselir; ayrı ayrı düşer.”
“Emanet, düşmez; sadece el değiştirir.”
Bu olay, insanlığın ortak sorumluluğunu da hatırlatır:
Bilgi, teknoloji ve güç, sadece bir ulusun değil; tüm insanlığın emanetidir.
Bir ülke bu emaneti korumakta başarısız olursa, zincirleme biçimde tüm insanlık zarar görür.
Çünkü modern dünyada hiçbir bilgi, hiçbir ağ, hiçbir veri artık yalnız bir ülkenin sınırları içinde değildir.
Bu nedenle “İnsanlığın Anayasası” bize şunu öğretir:
Gerçek güvenlik, silahla veya şifreyle değil; vicdanla korunur.
Eğer niyet adil, yönetim merhametli, bilgi emanete uygun kullanılıyorsa; hiçbir dış güç bir milleti esir alamaz.
SONUÇ: Dijital Çağda Emanet Bilinci ve Vicdanın Dirilişi
Türkiye’nin “uçurumun kenarından döndüğü” iddiası, sadece bir istihbarat başarısı değil, bir vicdan imtihanıdır.
Çünkü asıl mesele, bilgiye kimin sahip olduğu değil; o bilginin hangi niyetle kullanıldığıdır.
Eğer bilgi, egemenlik için değil, adalet için kullanılırsa; teknoloji insanı yüceltir.
Ama bilgi, çıkar ve casusluk için kullanılırsa; insanlık kendi elleriyle kendini köleleştirir.
“İnsanlığın Anayasası”nın son sözü bu bağlamda, tüm çağlara bir uyarıdır:
“Adalet, Allah’ın nurudur; onu koruyan, insanlığın bekçisidir.”
Bu olay bize gösteriyor ki, bilgi çağında en güçlü istihbarat aracı, vicdandır.
Vicdanını kaybeden bir millet, teknolojiyle değil, kendi eliyle yıkılır.
Ama vicdanını koruyan bir millet, en karanlık siber saldırıdan bile ışıkla çıkar.